Büyük İskender
Jona Lendering –KRONİK KİTAP
“İnsanları dar kafalıların yaptığı gibi barbarlar veya Yunanlılar diye ayırmam hiçbir zaman, kökenleri ya da ırkları beni ilgilendirmez. Benim için önemli olan erdemdir. Gözümde her iyi yabancı, bir Yunanlıdır; her kötü yunanlı da bir barbardan beter olan kişidir.” Büyük İskender.[1]
40 Yıl önce okuduğum bir İskender kitabı çok ilgimi çekti. İlgim de merakımı artırdı. Giderek İskender okumaları ve araştırmalarına yoğunlaştım. Benim doğup yetiştiğim Kızılbaş Alevilerin Dersim coğrafyasında dedeler dua ederken İskender-i Zulkarneyn diye dua ediyorlardı.
Nedir, kimdir bu İskender?
Dersimle Alevilikle ilişkisi nedir?
İskender kendisinden 1000 yıl sonra doğan İslam Peygamberi’ne gelen vahiye ve Kutsal Kitabı Kur’an’a nasıl girmişti?
Evet aklımı karıştıran bu ve benzeri sorular arttıkça bende İskender’in yaşamını, savaşlarını, ahlakını ve eğitimi karıştırdım.
Gördüm ki; İskender’i büyük yapan kılıcından önce öğrenme hevesi, çabası, aklı ve yüreği imiş.
Küçük yaşta babası Kral Filip tarafından o günün ve hatta günümüzün de en büyük filozoflarından olan Aristoteles’e eğitimi için teslim etmiş. Azimli, hırslı ve gayretli olan İskender, daha çocuk yaşta iken; “ben önce dünyadaki tüm bilgiye, sonra da dünyanın tamamına sahip olacağım” demiş.
Ve düşünceleriyle dünyayı fetheden ADAM, kılıcıyla dünyayı fethedecek adamı eğitmeye başlamış. Unutulmamalıdır ki; Aristo Platon’un, Platon’da Sokrates’in öğrencisidir. Böylece gelmiş geçmiş bu üç büyük dünya akıl ve bilgi devlerinin yüksek ışığıyla ışınlanmış İskender.
İskender merakım İskender okumalarıyla yoğunlaştı. Yaşayan en büyük İskender uzmanlarından İtalyan asıllı Prof Valerio Massimo Manfredi’nin üç ciltlik Büyük İskender (Can Yayınlar) kitaplarını okudum. 1990 yıllarının başında Avustralya Melbrön Üniversitesinde misafir profösör iken aynı Üniversitede Doçent olan Sivas’lı Alevi bir arkadaş sayesinde iletişim kurdum. (bu iletişimi kurmamı sağlayan Salman Kaya’nın akrabası Bekir Kaya’ya minnet ve şükranlarımı sunuyorum)
2000 Yılı başında İskender filmi İstanbul’daki sinemalarda gösterime girince Marmaris’ten kalkıp bu film için İstanbul’a gittim. O günlerde İstanbul Fenerbahçe Orduevinde asker olan yeğenim Baver Yürek’e de izin alarak beraber izledik. (Yönetmen Oliver Stone ,Oyuncular: Colin Farrell, Angelina Jolie, Val Kilmer.)
Daha sonra Droysen’in 3 ciltlik Büyük İskender’ini (sosyal yayınları) okudum. Uzatmayayım halen kütüphanemde 40 kadar okuduğum iskender kitabı var. Ama ben burada en fazla bir kitaptan söz edeceğim. Harold Lamb’ın MAKEDONYALI İSKENDER, “Kralın Dünyanın sonuna yolculuğu” alt başlıklı kitabından bahsedeceğim.
Çünkü Harold Lamb’ın çalışması tamamen İskender ile beraber olayları, savaşları 8- 10 yıl boyunca yaşayan, hatta bazıları Aristo eğitiminde öğrenci arkadaşlarıyken sonrada onunla beraber ordu komutanlığı yapanların günümüze kadar ulaşabilmiş günlüklerine dayanıyor. Bu kitabın büyük kısmı değişik kişiler tarafından savaş sırasında yazılan notlardan aktarılmıştır.
Büyük İskender
Harold Lamb –YURT KİTAP YAYIN
”İnsan doğru olanı takip etmek için gayret göstermelidir, belirlenmiş olanı değil.” diyordu öğretmeni Aristo.
Unutmayalım ki, barbarlığın egemen olduğu bir çağdı ve o çağ insanlarının büyük kesimi geçimlerini savaş ekonomisiyle, yağmalarla, haraçlarla (vergi) sağlıyorlardı. Çok azı da üretim ve ticaretle geçiniyordu. “Savaştan sonra barışı sağlamak o savaşı kazanmaktan daha zordur.” Demişti hocası.
Afganistan ve Pakistan’ın kuzeyinde Himalyaların kar ve buzla kaplı kalesinde zorlu bir milletle karşılaşmıştı. Gerilla savaşı veren bu halk kartal yuvasına benzeyen yüksek dağ zirvesinde ki bir kalede yaşıyordu. İskender’in tüm vaadlerine ve iyi niyet çağırılarına rağmen teslim olmuyorlardı. Biz yönetilmeye değil, yönetmeye alışkınız diyorlardı. Zerdüşti olan bu insanlar, biz hiçbir tanrının putu önünde diz çökmeyiz diyorlardı. O anda İskender’in aklına hocası Aristo’nun, “İnsanların yaşadıkları coğrafyaya göre şekillendiklerini ve yaşadıkları coğrafyada verdikleri hayat mücadelesinin de ruhlarına asalet kazandırdığını söylediği”[2] geldi. 7 ay süren zorlu kuşatmadan sonra fethettiği bu kaleden karşısına çıkan ‘amazon’ kızı Roksana’yı kendisine ilk eş seçti.
Roksana’yı isim olarak telaffuz ettikçe, kişilik ve karakter yapısı onu bizim Dersimli Ruke veya Dersim’in yiğit devrimcisi Dr. Şivan’ın (Sait Kırmızıtoprak) kızı Ruken ve oğlu Dara’yı (Darius) çağrıştırdı. Madem saygı ve minnetle andığım ve tanışıp sohbet etme şansı yakalıdığım Sait abi bu yazıya karıştı, onu tanımayanlara tanıtmak, unutanlara hatırlatmak için kısaca bahsedeyim. Dr. Şivan’ın iki çocuğu da 1960 -1970 arası doğumlu. O günün Türkiyesinde bırakın bilgisayarı, cep telefonunu fax cihazı dahi yok. İskender çevirileri henüz doğru düzgün yapılmamış. Dr Şivan dünyanın kurulan ilk en büyük imparatorluğunun kralının adını oğluna Dara (Dariyus) olarak nasıl verdi? Yine dünyanın ikinci büyük imparatorluğu ve ikinci büyük kralı Büyük İskender’in eşinin adını Ruken (Roksana) olarak kızına verdi. Ruke, Ruken bayan ismi olarak Dersim’de bolca var. Ama geleneksel olarak veriliyor. Neyse Dr. Şivan’ı size kısaca tanıtmak istedim ama baktım ki, bu büyük ADAM’ı kısa tanıtmanın olanağı yok. Vaz geçtim ve bu makaleyi takiben O’na yakışan bir Dr. Şivan yazısı yazacağım. Çünkü bazı yazarların Kürtlerin Che Guaverası dedikleri, benimde Dersim’den çıkan son Büyük Darius ve/ya Büyük İskender dediğim Dr. Şivan detaylı yazılmayı fazlasıyla hak ediyor.
Evet, yeniden döndük konumuz İskender’e. Bu yüksek dağ zirvelerinde güç bela ele geçirdikleri bu mecusi dağlılar; “Yunanlı bilginler ve Kaldeli matematikçilerle yaptıkları bilgi alışverişlerinde onları şaşkına dönüştürüyorlardı. Bu dağlıların sahip oldukları engin bilgi birikimi karşısında kendilerini geri kafalılar olarak görmeye başladılar. Ayrıca Yunan ve Pers dillerinin benzirliğini de fark ettiler.”[3]
Tabiri caizse şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere. Yukarıda Büyük İskender ve beraberindeki Yunanlı bilginleri bilgileriyle şaşırtan bu coğrafyaya günümüzde Bedahşan bölgesi deniliyor. Afganıstan’ın kuzeyi, kısmen Pakistan’nın kuzeyi ve ağırlıklı olarak Tacıkistan’da bulunuyor. Doğusunda Çin var.
Büyük İskender’den 2440 yıl sonra akıllı ve yiğit bir Anadolu kadını Dr. Zahide AY (Konya, N. Erbakan Ün. Sosyal ve beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü Öğrt. Üyesi) yalnız başına defalarca buralara gidiyor. Araştırmalar yapıyor, kitaplar yazıyor. Çocuklarımdan da küçük olan elleri öpülesi günümüzün amazonu bu büyük kadın bize ışık tutuyor. Bu konuların yaşayan en büyüğü olan Prf. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın akademik ışığında aydınlanmış ve pişmiş. Aynı yıllarda (2005/2006) benim bir erkek olarak korku ve ürkerek gezdiğim Orta Asya coğrafyasındaki zorlukları bilen biri olarak söyleyebilirim ki, çok istememe rağmen Bedahşan bölgesine gitmeye cesaret edemedim. Ancak tesadüfler bir yılı aşkın süredir yatalak anneme bakıcılık yapan bu bölgeden bir kadının evimize girmesi ve eşinin ve kızının ziyaretlerine gelmesinden sonra cesaretlenerek bu önümüzdeki yaz gitmeyi planlıyorum.
Nasır-ı Hüsrev ve Sonrasında Bedahşan İsmailileri (10.-15. Yüzyıllar)
Doç. Dr. Zahide Ay –TARİH VAKFI YURT YAYINLARI
Zahide Ay’ın bu çalışmasını[4] okuyunca İskender’in evlilik yaptığı Roksana’nın bizim köydeki Ruke ile Dr. Şivan’ın kızı Ruken’in aynı kişiler olduklarını görüyorum. Yüksek akıl, temiz yürek ve yüce ruhlarıyla gürül, gürül Anadoluya akarak aydınlatan Mevlanaların, Şemsi Tebrizi, Hünkar Bektaşi Veliler, Sarısaltuklar, Yunus, Babailer, Kalenderiler ve Haydariler ve daha nice nice erenlerin pınarına varıyorsunuz. İran’da Hasan Sabbah, Suriye İsmaileri, Mısır’ın Fatimi İsmaileri, Yemen’e Zeydi olarak inenleri, Ege’de Luvi, Trakya’da Bogomil, Batı Avrupada (Fransa, İspanya, iskoçya, İrlanda vd) katharlar olarak anılmış bu halkların serçeşmesine ulaşıyorsunuz.
Zahide Ay’ın bu harika çalışmasından öğreniyoruz ki; “Marco Polo’nun verdiği bilgiye göre bu Bedahşan’lılar soylarını Büyük İskender’e dayandırdıkları ve İskender’ide Muhammed el-Zulkarneyn olarak adlandırdıkları görülmektedir.”[5]
Tüm Anadolu Erenlerinin bağlanmak istendiği Ahmet Yesevi’nin de Bedahşan’dan Türkistan Daisi olarak görevli geldiği belirtilmektedir.[6] Bu bilgi hatalıdır. Çünkü benim birkaç kez gittiğim Hoca Ahmet Yesevi Çimkent (Türkistan) doğumludur. Ancak Ahmet Yesevi’yi araştırırken babasını, annesini ve doğduğu köye giderek ve anne- babasının köyündeki türbelerini resimleyerek gazetem değişimde 2006 da yazdım. Benim yerinde araştırmalarım Ahmet Yesevi’nin değil, atalarının babası ve annesinin Bedahşan’dan geldiklerini gösterdi. Bu Bedahşan ismailileri Hünkar Bektaşı Veliyi, Mevlana’yı, Şemsi Tebrizi’yi İsmaili sayarlar.[7]
4- Mehmet Yürek Çimkent’in köyünde Ahmet Yesevi’nin Anne ve Babasının Türbesinde (2006)
Mehmet Yürek Çimkent’te Hz. Hüseyin Vakfında yöneticileriyle (2006)
Mehmet Yürek Ahmet Yesevi’nin türbesinde (2006)
Yeni arkeolojik araştırmalar ve özellikle gençlerin yaptıkları doktora ve yüksek lisans tezleri bu konuları giderek daha fazla aydınlatıyor ve aydınlatmaya devam edecek. Erken bir öngörü gibi görülebilir fakat benim araştırmalarımdan gördüğüm; Bedahşan ve Pamir bölgesinde günümüzde yaşayan bu halkın, Makedon kralı Büyük İskender’den iki yüz yıl önce Pers kıralı Büyük Darius tarafından Adadolu’dan Çorum, Amasya, Dersim’den götürüldükleridir. Kaşkaların, İskitlerin (Sakalar), ardılları ve günümüz Dersim Kızılbaşlarının proto ataları olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Büyük Darius döneminde (Persler- Ahameniş) ile M.Ö. 550-330 arasında; batıya Avrupa ve Yunan coğrafyasına doğunun; bilgisi, kültürü, dini, dili ve ırkı (evlilikler) geldi. Tapınaklar, manastırlar karıştı, karıştırıldı. Mesafeler kaldırıldı. M.Ö. 330 da da bu kez aynı şey Büyük İskender (Makedon-Yunan) ile bu etkileşim, ekim, karışım ters yönde gerçekleşti. M.Ö 600-550 li yıllarda Perslerle başlayıp İskender (Makedonlar) ve sonrasında Roma ve Bizansla, ondan sonrada Selçuklu ve Osmanlılarla M.S 1900 lere kadar 2500 yıl süresince bu coğrafyadaki halklar karıştılar ve kaynaştılar. Biribirlerini etkiledir ve etkilendiler. Çanakkale boğazını 30-40 bin kişilik orduyla geçen İskender’in ordusu İran coğrafyasına ulaştığında ikiyüz bini savaşçı asker, elli bini de hizmetlilerden olmak üzere ikiyüz elli bin kişiye ulaşmıştı. Hizmetlilerde tarım, ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlar, doktorlar, mimarlar, bilginler, ressam, heykeltraş, müzisyen vd. dalların sanatçıları vb leriyle yürüyen şehir gibiydiler. Yunanistan’da yetişen ama İran’da olmayan bir meyve İran’a getirilip yetiştirilirken, İran’da olup da Yunan’da olmayanı da oraya götürülüyordu. İskender’in Orta Asya dağlarında gördüğü tüylü ve güçlü bir sığır ırkından sürü yaparak Yunanistan gönderdiği bilinmektedir. Aynı şeyler daha önce de Persler tarafından yapılmıştır.
Özetle İskender Tuna, Menderes nehri, Dicle, Fırat, Nil, Ganj, Amuderya, Siriderya arasında 62764 km yol yürüdü. Bu nehirlerin aktığı tüm coğrafyalarda yaşayan; Kelt, Makedon, Yunan, Rum, Ermeni, Alevi, Süryani, Türk, Kürt, Arap, Acem, Pers, Hint, Yahudi vd halklar, savaşarak, sevişerek, ırkları, dinleri, dilleri, kültürleri, doğruları ve yanlışları vb. karıştılar.
İskender günümüz Kızılbaş Alevilerinin proto ataları olan halkın kızı Roksana ile evlenmesiyle diğer komutanlarda yerel halkların kızlarıyla evlilikler yaptı. Arkadaşı Ceraterus Roksana’nın kızkardeşiyle evlenerek İskender’le bacanak oldu. Hephaestion Darius’un küçük kızıyla evlendi. İskender ve komutan arkadaşlarının başlattığı bu hareketle aynı günlerde en az onbin asker doğulu yerel kadınlarla evlendi.[8] Roksana İskender’e bir erkek evlat verdi. İskender’in ölümünden sonra imparatorluk komutan arkadaşları arasında paylaşıldı. Roksana oğlu ile birlikte Makedonya’ya İskender’in annesi Olimpiya’ın yanına gitti. İskender’in oğlu 12 yaşına geldiğinde (M.Ö.310) Antipater’in İskender’e düşman olan oğlu Cassander iyice yaşlanmış olan Olimpiya’yı, torununu ve oğlunu kendi elleriyle boğdu. Çünkü emir vermesine rağmen hiçbir askeri bu işi yapmadı ve yapamadı.[9]
İskender bu 8 yıllık seferleri süresinde bizim İskenderun’umuzdan başlayarak 13 ü kendi adıyla (İskenderiye) olmak üzere yetmişe yakın yeni şehir inşa ettirdi. Bunlardan çok azı günümüze kadar gelebildi. Dünya bilim, ilim, bilgi başkenti olarak kurduğu İskenderi’ye İslam gelinceye kadar Dünya bilim ve bilgi başkentliğini Atına’nın elinden almıştı. İskender’den sonra Mısır kralı olan üvey kardeşi ve ordu komutanı Ptolemy İskenderiye kütüphanesini sağlam temeller üzerinde güçlendirerek yüzyıllarca dünyayı aydınlatmasını sağladı. Yeryezünün tüm ölçümünü yapmaya çalışan Eratoshenes, geometrinin babası Öklid, coğrafyacılar, ünlü matematikçiler, Arşimet vb birçok bilim adamının hepsi çalışmalarını İskenderiye bilim merkezli yürütüyorlardı. Bu ekolün önemli devamcılarından öncü Alevi kadın Hipatiya’yı bir önceki makalede yazmıştım. (https://www.alevicimehmetyurek.com/hipatiya-hypatia/) linki tıklayarak okuyabilirsiniz.
Günümüzden 2500 yıl önce iki büyük adam (Darius ve İskender) tüm dünya halklarını tek bir devlet (imparatorluk) altında toplayarak yönetmeye kalktılar. Önemli mesafeler kaydettiler. Eksileri-artıları, günahları- sevapları, yanlışları- doğrularıyla insanlığa büyük izler bıraktılar. Onlarca din ve 72 ırka mensup milleti tek yönetime sokan bu krallar insanların dinlerine, dillerine, kültürlerine, örf ve adetlerine karışmadılar. Yönetimleririnde ödün vermedikleri tek şey; hak, hakkaniyet, doğruluk üzerine kurmaya çalıştıkları siyasi yönetim tarzıydı. Herkes bu yönetim tarzına uymakla mükellefti. Darius ve İskenderle 2500 yıl önce başlayan bu yönetim anlayışı yüz yıl önceki Osmanlı’ya kadar değişik yönetimlerce devam etti. Osmanlı’nın çökerek tarihten silinmesinin baş sorumlusu İttihatçılar Osmanlı’dan bakiye kalan bu topraklarda kurdukları devlette yukarıdaki anlayışın tam tersini yaptılar. Ne yazıktır ki, bu anlayış hala günümüzde de devam ettirilmeye çalışılıyor.
Nedir bu İT (İttihat Terakki) anlayışı? Onlarca din ve inancı, 72 ırktan oluşan halkları red ve inkar etmek. İkna ederek (asimile), direnenleri imha ederek, tek ırk(Türk), tek din (İslam), tek mezhep (Hanifi-Sünni) yapmak. Bu halkaları ikna (asimile) ve imha etmede büyük başarı da elde ettiler. Ama yüz yıldır tüm çabalarına rağmen Kürt ve Kırmanç (Zaza) iki halkı ikna ve imha edemiyorlar. Kırmanç Alevi Kızılbaşları din konusunda, Kürtler ise dinde birleşmelerine rağmen ırklarından vazgeçmeyip Türkleşmeye direniyorlar. Yüz yıldır kanlı savaşlara, acılara neden olan bu sakat ırkçı İT anlayışı halen devam ediyor.
Bundan 2650 yıl önce bu topraklara bu cağrafyadaki halkları yöneten iki büyük kral Darius ve İskender kurdukları yönetimlerde halkların, dinlerine, dillerine, inanç ve kültürlerine karışmıyorlardı. Halklar kendiliğinden karışıyor, kaynaşıyor, kardeşleşiyor, etkiliyor ve etkileniyorlardı. Batının Zeus’u, Mısır’ın Hermes’i, Doğunun Ahura Mazda’sı, Orta Asya’nın Kam’ı (Şaman) ve Hintlilerin Buda’sı nıda karıştırıp kaynaştırıp kardeşleştiriyorlardı.
2650 Yıl devam eden bu özgün, özel ve güzel yönetim anlayışı bundan 100 yıl önce bizim İT’lerin İT’çi anlayışıyla bozuldu. Dünyada olmayan ve hiç var olmamış Türk diye bir ırk uydurdular. Olmayan adressiz halka Türk tarihi uydurdular. Tarihi yapanlar susturuldular. Tarihi yazanlar yalan ve yanlışlarını tarih olarak dayattılar. Herkesi Türk, Müslüman, Hanefi-Sünni yapma faşizmi değişik versiyonlarla günümüzde de hala devam ediyor.
Bu anlayış yok edilmedikçe var olamıyoruz.[i]
[1] Büyük İskender. Ali Murat Seymen, Maviçatı y. 2017. S,132
[2] Harold Lamb, MAKEDONYALI İSKENDER. Parola Y. 2014. S,289
[3] Age. S, 295
[4] AY, Zahide. NASIR-I HÜSREV VE SONRASINDA BEDAHŞAN İSMAİLİLERİ. (10.15. YY) Tarih Vakfı Yurt Y. 1. Basım-2014
[5] AY Zahide. Age. s, 5
[6] Age. s,15
[7] Age. s,8
[8] Harold Lamb, MAKEDONYALI İSKENDER. Parola Y. 2014. S,447-448
[9] Age. s,474
[i] Bu makaleyi takiben Dünyanın ilk büyük kralı Darius’ u yazdıktan sonra Türkler konusunu yazacağım.