Hypatiya (MS. 360-415 İskenderiye)
Dünyanın düşünen, düşündüğünü de söyleyerek, yayarak yaşadığı karanlık çağa ışık olarak doğan Alevilik anası bir kadındır. O hiç evlenmeden hep bakire kalmış ve çocuk yerine onlarca bilimsel fikir doğurarak Ana’laştı. Düşünmenin ve aklı kullanmanın cinsiyeti olmadığını; aklı, zekası, cesareti, güzelliği, bilgisi ve kişiliğiyle bir kadının dünyayı değiştirebileceğini herkese gösterdi. Dünyanın ilk devrimci kadını diyebiliriz ona. Aklı, zekası, bilgisi ve güzelliğiyle ışık saçan, iyilik ve yiğitlik yapan ve öneren ÖNCÜ VE ÖNDER KADINDIR.
Namuslu batılı tarihçi Martin Bernal “KARA ATENA” adlı muhteşem eserinde ondan şöyle bahseder. “Tüm Dünyayı da karanlığa boğan Avrupa Karanlık Ortaçağının başlangıç tarihi tartışmalıdır. Ancak üzerinde en fazla uzlaşılan olay ve tarih şöyledir: “Bağnaz Hristiyan güruhu önce İskenderiye’deki Serapis tapınağı ve hemen yanındaki dünyanın en büyüğü olan İskenderiye Kütüphanesini yaktılar. (İ.S. 390) Daha sonra da dünyanın düşünen ve düşündüğünü korkmadan söyleyerek, yazarak ardılları olacak birçok Alevi düşünür, seyit ve akımlarını etkileyecek olan ünlü filozof ve matematikçi Hypatia, bir Hıristiyan keşişler grubu tarafından öldürüldü. (İ.S. 415) Avrupa bu olayla yaklaşık 1000 yıl sürecek kendi karanlığıyla tüm dünyayı da karanlığa gömdü.”
Horasan’dan Yemen’e daha sonra Mısır’a gelerek yerleşen bir ailenin matematikçi, astronom THEON’un kızı olarak MS 360 yılında İskenderiye’de doğdu. İlk eğitimini bilim insanı olan babasından aldı. Sonra Atina’ya giderek Yunan felsefesi ve özellikle yeni Platonculuk konusunda önemli filozoflardan dersler aldı. İskenderiye’ye dönerek kendi okulunu kurdu.
Platon, Aristo, Suda düşüncesini halka açık derslerle verdi. Sonradan ünlü filozoflar olan Herakles ve Synesius vd bir çok filozof yetiştirdi. Ünü çok kısa sürede ülkesinde ve çevre ülkelerde yayıldı. Ülkenin ve dünyanın her tarafından öğrenciler gelmeye başladı. Zekasından çok daha üstün olan fiziki güzelliğini hiç kullanmadı. Çok sayıda erkek ona aşıktı. Ama o hiç birine bakmadı. Sonradan İskenderiye valisi olacak öğrencisi Orestes, ders esnasında kalabalık huzurunda aşkını ilan ederek evlilik teklif etti. O ise adet bezini Orestes’in önüne atarak; “al Orestes, senin sevdiğin bu.” Ben hakikat ile evliyim dedi ve insan aklına dört elle sarılarak derslerine yoğunlaştı ve hiç evlenmedi. O dünyamızın bilimsel aklının öncü anası olmayı seçti.
“Yanlış da olsa düşünmek hiç düşünmemekten daha iyidir.”
Dedi ve yoluna devam etti. Hipatiya; “hayatın içine yürümedikçe, korkuların üzerine gitmedikçe, geçmişi sorgulayıp geleceğe bakmadıkça, geleneksel düşünceleri üzerinden silkelemedikçe, kulaklarını dünyaya kapatıp gözlerini gerçeklere kapattıkça, bir gerçeğin neferi olmaktansa yanlışın kölesi oldukça, bir başkasının sözlerine zihnen kulluk ettikçe yaşanmaz ve yaşayamazsınız. Ancak hayatta kalırsınız.”[1] Diyordu.
Nasıl yaşanmaması gerektiğini bilmek, nasıl yaşanması gerektiğinin bir önceki adımıdır. Çünkü geleceği ancak geçmişin dürbününden görebiliriz dedi.[2]
Analitik ve bilimsel aklın ilk anası olan bu kadının; soru sormak, kuşku duymak ve araştırmak en büyük ilkesiydi. Hristiyanlığın bağnaz yobazları çok sayıda değişik incil yazımlarıyla vahiy emirleriyle karanlık çağı başlatırken Hipatya akıl ve bilimle insanlığın yolunu aydınlatacak çağ için çalışıyordu.
Hipatya’dan 210 yıl sonra doğup İslam dinini kuracak Hz. Muhammed’e ve dinine vahiyi değil, aklı esas alarak itiraz edecek olan Mutezile, İsmaili, Fatimi vd mezheplere ANA REHBER oluyordu. Hipatiya’nın açtığı bu akıl ve bilim yolu ondan 400-500 yıl sonra İslam’a felsefe ve aklı taşıyacak; Kindi, Er- razi, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd, Ömer Hayyam, Hallacı Mansur, Pir Nesimi vd. onlarca filozofa düşünsel öncü Ana’lık yaparak İslam’ın akıl ve altın çağını başlatıyordu.
“Hayat insanın kendi güçlerini keşfetmesidir. Daha ötelere yolculuk ettikçe daha fazla gerçeği idrak ederiz.” Hipatiya[3]
Bu bilimsel akıl daha sonra ikinci Abbasi halifesi Mansur (754-774), beşinci halife Harun Reşid (763-809), yedinci halife Me’mun (786-833) dönemlerinde Mutezile ve yukarıda adını saydığımız İslam düşünürleri vasıtasıyla felsefe islam’a taşınarak İslam’ın altın çağını başlatacaktır. Hipatiya düşüncesinin düşünürlerini izleyerek bilime ve felsefeye önem veren Halife Me’mun, Yunan felsefesinin önemli eserlerini çevirterek Bağdat’ta geniş bir kütüphane kurup Mutezileyi de İslam’ın resmi mezhebi yapmıştır.
Şurası da unutulmamalıdır ki, öncesinde ikinci Halife Ömer (634-644) Mısır fethedilince o günün dünyasının en büyük feneri olan Hipatiya’nın da ilim mekanı olan İskenderiye kütüphanesini yaktırmıştır.
“ 7. Yüzyılda İskenderiye’yi fetheden Hz. Ömer’in komutanı Amr- ibn-ül- As, Halife Ömer’in; kütüphanedeki kitapların içindeki bilgiler eğer Kur’an’da varsa o halde gereği yoktur, çünkü bu durumda Allah’ın kitabı yeterde artar bile; eğer Kur’an’da yoksa bir değeri yoktur diyerek imha emrini vererek İskenderiye kütüphanesini yaktırmıştır.”[4]
Hz Ömer’in bu karanlık anlayışından yüz yıl sonra gelen meşşai filozofları akıl, bilim ve felsefe yoluyla İslam’ı aydınlatırken antik Yunan filozofları ve Hipatiya’nın yolundan yürümüşlerdir.
Ardından gelen Eşari karanlıkçıları aklı ve bilimi red ederek yalnızca vahiyin esas alınmasını dayatarak İslam’ı tekrar karanlığa gömmüşlerdir. Elbette baş sorumlusu da İmam Gazzali’dir.
Bunu da Selçuklu veziri Nizamülmülk’e ve saraydan beslenerek başarmıştır. Gazzali vahiyi değil, aklı ve felsefeyi öne almanın dine küfür olduğunu ilan ederek felsefeyi beslendiği saraya yasaklatmış, felsefeci ve bilim adamlarını da katlettirerek ve sürdürerek İslam’ın karanlık çağını başlatmıştır.
Burada bir parantez açayım. Benim uzun yıllardır çalışmalarını büyük takdir ile takip ettiğim yazar Sadık Usta’nın Gazzali avukatlığına soyunmasıdır. Doğu Perinçek’ten kurtuldu bu kez de Gazzali’nin pençesine mi düşecek diye endişeleniyorum. Şu satırlar Sadık Usta’nın: “Gazzali; her şeyin yaratıcısının Tanrı olduğunu, insanlığın kaderinin her aşamada Tanrı tarafından çizildiğini düşündüğünden dolayı toplumların itaatkar olmasını; eğer olmuyorlarsa despotik bir yönetim tarzının uygulanmasını savunuyordu. Gazzali eşitlikçi ve özgürlükçü hareketleri ve isyanları lanetlemiştir. Gazzali zorba bir yönetim, gerici bir felsefe ve siyasi program önermiştir.”[5]
Sadık Usta’nın bu satırlarını okuyunca haklı olarak bana el insaf be Mehmet Yürek bunları yazan adamı sen nasıl Gazzali’nin avukatı yaparsın, dediğinizi duyar gibi oluyorum ama öyle işte. İnanmıyorsanız, ister Sadık Usta’nın kişisel web sitesine girin, isterseniz önerdiğim kitabını alıp okuyun, sizde benim gibi düşüneceksiniz. Yukarıdaki satırları yazan da aynı Sadık Usta, İslam’ın gerilemesinin sebebi Gazzali değildir diyen de aynı Sadık Usta. Bu bana Kenan Evren 12 Eylül faşist darbesinin lideridir. Devrimcilerin ve devrimci mücadelenin katilidir. Ama o faşist değildir diyen; amacı, fakatçı dönek ‘devrimcileri’ çağrıştırıyor. Neyse konuyu fazla dağıttım biz yine dönelim Hipatiya’mıza.
HİPATİYA
Hipatiya hayatın tüm sorunlarına doğru sorular sorarak çözmeye çalışan bir matematikçiydi. Her soruna doğru sorular sorabilen insanın bir çözümü mutlaka bulacağına inanırdı. Aklına güvenirdi. Korkuya başkaldırıldığında sis gibi dağılacağına inanırdı. Korkuyu besleyen şeyin sessizlik ve teslimiyet olduğunu söylerdi. İnsanların kendi korkularının ebeveyni olduğunu anlatırdı. Cesareti ve zekasıyla yüzlerce yıldır süren bu korkuların üzerine gitti ve üstesinden gelerek üstünleşti.
Vahyi değil aklı esas alan öncü bir Filozof kadın ve düşünürdü. Allah’ın değil, anlamın peşindeydi. Öngörü sahibi bu dahi ve yürekli kadının; dünyanın güneşe olan yakınlık ve uzaklık teorisi kendisinden 1200 yıl sonra Kepler tarafından kanıtlandı.
“Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazladır. Hepimiz kardeşiz.” Diyordu.
Hipati’yanın 1800 yıldır bizden saklanan bu fikir ve düşünceleri; 500 yıldır bize Kant ve Dekart’ın ağzından aktarılıyordu. Çünkü Hipatiya bir kadındı. Bir Ortadoğuluydu. Çünkü o batılı değildi.
Kendi aklına göre yaşamayı öğrenmeyen biri, başkalarının aklıyla yaşarsa kölesi olacağını; kendi içinde yaşayan ve geleneksel akla teslim olan toplumların da er geç yok olacağını söylerdi.
Bu günümüze kadar hala böyle değil mi? Hipatiya’dan 1300 yıl sonra doğan ve “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Fenomeniyle günümüze gelen ünlü Fransız Matematikçi ve filozof Rene Descartes (1596-1650) üzerinde bu kadının hiç etkisi yok mu?
Kant’tan 1500 yıl önce; insanlığın en büyük umudunun aklı olduğunu, her şeyin insanların kendi akıllarında ve ellerinde olduğunu haykıran bizim Hipatiya’mız bu düşüncelere ve düşünürlere fikir analığı yapmadı diyebilir misiniz?
“Kimse senin gibi düşünmese bile doğru olduğuna inandığın şeyi bırakma.” Hipatiya.
Erkek egemen dünyanın ilk kadın düşünürü ve Ortadoğulu olması, Hipatiya’nın öğretilerinin gizlenmesinin ve kaçırılmasının nedeni oldu. “ Asla unutmayın, bu hayatta iki şeyle sınanır insan: cesarti ve esaretiyle. Cesaret tamamen insana özgü bir şeydir, kimse onu size vermez, siz ortaya çıkarsınız. Ve cesaret sahibi bir insanı esaret altına almak kolay değildir.”[6] Dediği için kilisenin ve dinbazların hedefi haline geldi. Korkulara teslim olan bir dünya ve insanlığın ilerleyemeyeceğini ve daima gerileyeceğini haykırıyordu. Bu düşünce günümüzde ve özellikle şu günlerde yaşanmıyor mu? İlla dört duvar arasında olmak değildir esaret; insanın kendini kendi iradesi içinde suskunluğa hapsetmesi, çağımızın en büyük esaretidir diyordu Hipatiya. Geçtiğimiz hafta haksız, hukuksuz tutuklanan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Barış Terkoğlu ve iki arkadaşı bu düşüncenin sağlamasını hepimizin yüzüne haykırmadı mı?
Sokrates, Platon ve Aristoteles’in sıkı bir takipçisi olan bu kadını, birçok filozof; onu aklıyla Platon’la, güzeliğiyle de Afrodit ile özdeşleştirmiştir.
“Eğer bir toplum tek bir aklın sözleri, düşünceleri ve eylemleriyle hareket ederse, orada sadece o kişi var demektir. Geride kalanların varlığı bir sürüden başka bir şey ifade etmez.” Diyordu Hipatiya anamız. Peki bugün ülkemizde ‘Reisimizin’ düşündüğünden, yaptığından başka düşünen ve yapabilenimiz var mı? Var olanlar içeride mi, dışarıda mı? Bu kötü gidişata çözüm arayanlar içeride, bahane arayanlar dışarı da değil mi? Bir doğruyu bilimsel ve toplumsal anlamda kanıtlamak için onu söylemek yetmez, o doğruyu hayata geçirmek için eyleme geçilmesi ve arkasında durulması gerekmiyor mu?
Tarihe baktığımızda gördüğümüz şey; bilimsel aklın haklılığının eninde sonunda ortaya çıkarak kanıtlandığıdır. Ama bu hak ve hakkaniyet sahiplerinin bu süreçte büyük acılar çektikleridir. Onlara bu acıları çektirenler silinip giderken, acı çekenler binlerce yıl sonra da aramızda yaşamaya ve bizi aydınlatmaya devam ediyor.
Hipatiya halka cesareti öğretirken onun ve halkın düşmanları da cesaretin nasıl bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını görerek öğreniyor ve korkuyorlardı. Yönetenlerin korkusu Hipatiya’nın inançsız, dinsiz bir insan olması değildi. Bilimi ve aklı kullanan, herkesten daha fazla cesaret sahibi olup uzağı gören, gerçekleri hiç korkmadan haykıran, duyduklarıyla değil, okuduklarıyla, deneyimleriye ve bilime olan inancıyla konuşan kişinin erkek egemen dünyada bir ilk kadın olmasıydı. Bunları söylediği ve yaptığı için de yoldan çıkmış, dinsiz, imansız bir cadı olduğu için yakılmasına karar verildi.
Onun için İncil’e İsa kullanılarak şu sözler eklendi.
“ Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadını ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem sonra Havva yaratılmıştır.”
Kadim tarihten günümüze uyuyan, uyutulan sürü toplumlar ile uyandıran aydınların mücadelesi sürmektedir. Hipatiya büyük bir uyandırıcı ve uyarıcıydı. Acı sonunu da biliyor görüyordu. Papaz aciz (aziz) Cyril meydanlarda topladığı kalabalığa hedef gösteriyor ve yok edilmesini istiyordu. Önce öğrencisi ve aşığı olup o günlerde İskenderiye valisi olan Orestes ona idam fermanının hazırlandığını kaçmasını ve kurtulmasını önerdi. Hipatiya asla dedi. Ben Hak’tan, hakikattan ve kendimden kaçmam diye yanıtladı. Papaz aciz Cyril’in kışkırtarak sürdüğü sürü önce o günkü dünyanın google olan İskenderiye kütüphanesini yaktı. Sonra okulundan evine dönmekte olan Hipatiya’ya saldırdılar. Onu yerlerde sürükleyerek kiliseye götürdüler. Kırık cam parçaları ve midye kabuklarıyla vücudunu lime, lime doğradılar. Sonra tüm parçaları yığarak yaktılar. Bu güruhun ve bunları maşa olarak kullanan sömürücü yöneticilerin Hipatiya’yı parçalayarak, yakarak yok etmesi insanlığı yüz yıl geriye götürdüğü bir çok filozofun ortak görüşüdür. Onu yakan ve yaktıranlar yok olup gittiler. Ama Hipatiya halen aramızda yaşıyor ve bizi yüreklendirerek aydınlatmaya devam ediyor.
Tarihe baktığımızda gördüğümüz ilk şey hala aramızda yaşayanların korkmadan düşünen ve söyleyenler olduğudur. Hipayitalar ve Sokratesler hala bizimle…
Hipatiya
Onu daha iyi tanımak için son sözü araştırmacı yazar Yılmaz Şener’in çalışmasına bırakalım:
- “Bir kadın dünyayı değiştirmek için ışık oldu ama söndürmek için ellerinden geleni yaptılar.
- Bir kadın dünyayı daha güzel bir yer yapmak için canını ortaya koydu ama canını almak için herşeyi yaptılar.
- Bir kadın insanlara düşünmeyi öğretti ama o gerçekleri çürütmek için her türlü yalana başvurdular.
- Bir kadın insan aklının aynı zamanda onun kanatları olduğunu söyledi ama o kanatları kırmak için seferber oldular.
- Bir kadın insanın isterse herşeyi yapabileceğini gösterdi ama bunun olmaması için canlarını dişlerine taktılar.
- Bir kadın tüm bunlara rağmen söylediklerini gerçekleştirdi ve bunu da herkese gösterdi. Ve bunun vebalinin ağır olduğunu bile, bile…
- Bir kadın tek başına karanlığa karşı durdu ama o karanlık kadının varlığına tahammül edemedi.
- Tarih onları karanlık sayfalara gömdü ama o kadın bugün her sayfada insanların karşısında ve insanlara ışık olmaya devam ediyor.
- O kadının adı HİPATİYA. Bilimin ve aklın ışığı olan KADIN…”[7]
Mehmet Yürek
Dersimli Çoban
KAYNAKÇA:
[1] Şener Yılmaz. HYPATİA: Düşünce tarihinin ilk bilim kadını.Destek y. Ocak-2020, 1. Baskı s.20
[2] Age. S.21
[3] Age. S.22
[4] Erdoğan Eyüp: Felsefelogos dergisi, 2011, sayı 43. S. 34
[5] USTA, Sadık; Dünyayı Değiştiren Düşünürler V cilt. Kafka y. 1. Baskı kasım-2019 s.320-321
[6] Şener Yılmaz. HYPATİA: Düşünce tarihinin ilk bilim kadını. Destek y. Ocak-2020, 1. Baskı s.45
[7] Age. S.7-8
1 Yorum